Önce mesafelere bağımlıydık. Sesimizin yettiğinden uzağa iletişim kuramazdık. Sonra araya kablolar koyduk ve kabloların uzandığı her noktaya duyurabiliyor olduk sesimizi... Sonra da kaldırdık bu sıkıcı bakır telleri... Elimizde kocaman bir alet, basar durduk olduk tuşlara ve zamanla da alıştık cebimizde ki ağırlıklara.
Şimdi gitgide ufalıyor bu cihazlar. Kablosuz minik hoparlörler kulağımızda, ağza yakın bir yerde mikrofon, konuşup duruyoruz durmadan. Konuşmaya laf yok, iletişim kurduğumuz kadar varız. Ama nasıl iletişim kurduğumuz gayet önemli…
Gelin 3 sene sonrasına gidelim. Hani şu meşhur Temel fıkrasında olduğu gibi; kulağın içine gömülmüş kulaklılara ve belki de dişimizin üstüne gizlenmiş mikrofonlara… Varsayalım ki tuşlara da montumuzun üstüne yedirilmiş, kumaştan yapılmış bir cihaza dokunarak basıyoruz. Hayal etmek zor değil, zaten çok yakınındayız bu zamanın…
Bu arada biliyoruz ki, felçli insanlar için geliştirilmiş, düşünce gücüyle komut alabilen bilgisayarlar yavaş yavaş gelişiyor.
Şimdi gelin, bu yeni teknolojileri biraz yakınlaştıralım. Derimizin altında bir yerde, minik bir işlemci ve düşünce gücüyle komut alabiliyor… Kulağımızın içinde görünmeyen bir kulaklık ve mikrofonda olması gereken yerde… Cam üzerine gösterim yapan bir de gözlüğümüz var.
Çevireceğimiz numarayı düşünüyoruz. Hatta numarayı bile değil, sadece iletişim kurmak isteyeceğimiz kişiyi düşünmemiz yeterli, bırakalım numarayı işlemci bulsun.
Komutlar yani düşünceler işlemciye gidiyor ve uzaklardan biri kulağımıza “ALO” diye fısıldıyor. Başlıyoruz konuşmaya… Ne bir tuşa basıyoruz, ne de bir mikrofona konuşuyoruz. Eminim bu hayal gerçekleştikten kısa bir süre sonrada, fiziksel bir donanıma gerek kalmadan da iletişim kurabiliyor olacağız. Neden olmasın? Önce yazılımları sanallaştırdık, sonra da donanımları...
Belki gelecekte biri gelip diyecek ki, “ben bu işlemciyi insanın sinir sistemine yerleştiriyorum ve bu cihaz beyine direk komut/sinyal gönderebiliyor” Kalktı mı mikrofonlar ve kulaklıklar…
Akabinde bir başka biri diyecek ki; “Sinir sistemine konulan işlemci bünyeye zararlı. Ben beyine bir lazer ışını gönderiyorum ve beyine bir telefonmuş gibi hareket etmesini ve diğer kişilerle iletişim kurmasını öğretiyorum.” Ve son kalan işlemcide kayboldu.
İşte şimdi özümüze döndük. Çıplak kaldık, hiçbir donanım olmadan ve hiçbir yapay cihaz kullanmadan. Sadece beyne yüklenmiş özel bir yazılım...
Herhalde bu yeni teknolojiye de bizler nanopati (nanopathy) adını vereceğiz…(en azından ben şimdiden vermiş olayım :) ) Halbuki biz teknolojiyi kullanmadan evvel, telepati ile iletişim kurabilen bir varlıktık. Sonuçta kulağımızı biraz tersten göstermiş olduk ama yine de olmamız gereken yer vardık. Çok zor olmadı buraya gelmek, sadece birkaç yüzyıl…
Bakmayın siz: insanoğlunun özü, özüne dönmek. Ne kadar kendimiz yaratıyor olsak da bu yapaylıkları, bir yandan da kurtulmak istiyoruz tüm bunlardan. Doğamıza, özümüze dönmek istiyoruz bilinçaltında...
Günün sonunda bu ve bunun gibi füturistik senaryolar üretmek gayet mümkün. Bana kalırsa “Nano teknoloji; teknolojinin kaybolması demek! "
Peki pazarlamaya nasıl bir etkisi olur bu gelişmelerin… Sadece nano-teknoloji olarak düşünmemek gerek. Bununla eş zamanlı gelişen teknolojileri de işin içine katmalıyız.
Ama şu bir gerçek ki, her şey kişiselleşecek ve sizin istekleriniz doğrultusunda gerçekleşecek.
Reklamı sizin en sevdiğiniz ünlü sadece size anlatacak; sizin isminizle, sizin bilgilerinizle, hatta maddi durumunuzu göz önünde bulundurarak... Bulunduğunuz yere, zamana ve saate göre…
Reklamveren, sizin reklama olan ilginizi belki nabzınızdan belki de dikkat(algı) seviyenizden ölçecek. Nabzınız ya da ilginiz yüksekse, size bu konuyla ilgili daha detay bilgiler iletecek yani nabza göre şerbet verecek.
Aslında her ticari iletişim reklam değildir. Eğer konu sizin ilgilendiğiniz bir içeriğe sahipse, bu haber niteliğinde bir bilgidir. Belki de biz gelecekte hiç reklama maruz kalmayacağız. Neye ihtiyacımız varsa onu görüyor olacağız.
O yüzden diyorum ki, geleceğin pazarlama bilimi reklamcılık değil. Geleceğim pazarlaması: “ihtiyaç yaratmak, bu ihtiyaçları ölçmek ve hızlı cevap vermek” üzerine kurulu olacak.
Nano teknoloji ve/veya gelişen diğer yenilikler (artık her ne ise adı), sadece kullanacağımız yeni oyuncaklar olacak.